Translate

13 Temmuz 2020 Pazartesi

NİYE BAŞARAMADIK?

Modern kültürün cehaleti birbirimizle olan ilişkilerimizde kendini göstermektedir. Bilhassa birbirimizle olan münakaşalarımız ve hiçbir bilimsel temele dayalı olmayan karşılıklı şartlandırmalarımız insanları bir nevi zihinsel olarak hapsederek yaşamlarını sınırlandırmakta ve ıstırap çekmelerine sebep olmaktadır. Bu dünyevi takıntılar ve birbirlerine borçlu yaşam şekilleri insanların yaşam için gerekli olan enerjilerini tüketmektedir. Bu şartlar altında kadın olsun erkek olsun insanların ruhsal gelişim göstermeleri mümkün değildir. Bu durum insanların dünyasal ve bedensel titreşimlere ve hayvansal içgüdülere bağlı kalmasına sebeb olmakta ve dolayısıyla bilinç yükselişi için gerekli adımların atılmasına engel olmaktadır. İnsan ruhsal gelişim sağlayabilmek için tüm dünyasal ve bedensel takıntılarından kurtulmalıdır. Halbuki kurban ve korku zincirlerine bağlı paganik tarzın devamı dinlerin ezbere dayalı öğretileri ve kendi yanlış yorumlarıyla hareket eden din adamlarının otorite kabul edilmeleri insanların organik bedensel kısıtlı düşünce tarzından çıkıp bunun ötesinde düşünebilmesini engellemektedir. Ölüm ötesini bile organik bedenlere ait bir takım haz veya acıların devamı olarak görmekten öte gidemeyen bu bağnaz gurup böylece ne kendileri ilerleyebilmekte ne de başkalarının ruhsal gelişimine izin vermektedirler.

Yeşua'nın dağdaki o son vaazında da insanlara bu kısır döngü anlatılmıştır. Anlatılmaya ve aydınlatılmaya çalışılmıştır. O vaazın ana fikri insanları yersiz korkulardan ve faydasız baskılardan kurtararak evrensel sevgi ve birlik anlayışına ulaşabilmesini sağlamaktı. Bir takım sözde gökten indiği söylenen insan yapımı mesnetsiz kanunların ve törelerin baskısından insanları kurtararak köleleşmiş ruhlarının özgürleştirilmesiydi. Yeşua şöyle söylememiştir: "Tanrı dedi ki...". Yeşua: "Ben size babamdan duyduklarımı söylüyorum. Ben söylüyorum." diye insanlara hitap ederek kendisinin Kutsal bir Ruh olduğunu bir kere daha belli etmiştir.

Özgürlük ve sevgi ortamının olmadığı ortamlarda insanların gönülleri kendi kimliklerinden onursuzca taviz vermeye zorlanır. Sürekli olan bu durumda insanların aklı körelir ve beden sağlıkları bozulur. Her türlü ahlaki deformasyon ve sapma için ortam uygun hale gelir. Böyle bir ortamda da insanların ruhları hastalanır ve neticede sağduyu ölür. Psikopatlar ve sosyopatlar türer. Ahlak sıfırlanır. Sapıklığın, aşırılığın her türlüsü ortaya çıkar. 

Sevgi ve korku iki zıt duygudur. Kaynakları aynıdır ama birinin olduğu yerde diğeri barınamaz. Evrensel sevgi evrensel kardeşliğe götürür. Korku ise evrensel değil bölücüdür. Çoğunluğu kulluğa, köleliğe bir takım az kişileri de tiranlığa, diktatörlüğe kısaca söylemek gerekirse herkesi kötülüğe, düşmanlığa götürür. Yine sevgisiz özgürlük ortamlarında da amacından sapmalar olur ve her türlü karanlığa insanları mahkum eder. Bencillik had safhadadır. Açgözlülük  tüketim çılgınlığına sürükler. Aşırı cinsel dürtüler her türlü sapmanın temelini oluşturur.

Doğruda ve iyide kalabilmek için her şey Tanrı odaklı olmak zorundadır. İnsan kendini sevginin kaynağı olan Tanrısından kopararak ruhunu geliştiremez. Çünki ruh sadece Tanrıdan beslenir. Tanrıdan uzaklaşırsa bilincinin titreşimlerini yükseltemez. Tam tersi tireşimler kabalaşır,  yavaşlar ve aşağılara doğru gidiş başlar. Tanrıdan uzaklaştıkça ruhun karanlığı ve korkusu dolayısıyla ızdırabı ve çaresizliği artar. Yok oluşa doğru gider.

Ruhsal konularda kesin olarak söylenebilecek iki husus vardır. 

1. Tanrının Varlığı ve Birliği, 
2. Kutsal Ruhların varlığı.

Bunların dışında ruhsal/manevi konularda kesin konuşulmaz. Gelecek hakkında hiçbir şekilde kesin konuşulmaz. Tahmin yapılabilir.

Dünyasal konularda ise sadece bilimsel temelde düşünülmelidir.

Hiç yorum yok:

GECE VE RUHLAR

Gecenin sessizliğinde ruhların sesi duyulur ve sadece saf olan ruhlar bu sesleri duyar. Gece, ruhlar birleşip bir ve bütün olduğunda daha da...