Translate

30 Aralık 2020 Çarşamba

SADECE TANRI'YA TESLİM OLUNUR

İnsani travmalar ve sahte inançlar üzerimize yüklendikçe kendimize olan güvenimizi kaybetmeye başlarız. Travmaların tetiklediği olumsuz duygular kalbimizi sıkar. Halbuki orası Tanrı sevgisinin olması geren yerdir. Rahat ve huzur içinde olması gerekir. Bu durumda kalbimiz Tanrı'nın mabedi olmaktan çıkar. Kendi içsel bilgeliğimize ulaşmakta zorlanırız. İçimizdeki bu yer bize hislerle ve içgüdülerle hitap eder. Israr etmez, tekrarlamaz. Bir kere hissettirir. Zorlamaz. Bizler eğer zihinlerimizin içinde hapis olarak egomuzun boyutunda takılı isek, kalp boyutuna giremiyorsak kendi zihnimizin içinde ki kısır döngüsel fikirlerle boğuşuruz ve içsel merkezimizden koparız. Kalbimizdeki tanrısal sezgileri hissedemeyiz. Kalbimiz sıkılmıştır. Sükunet ve sakinlik bu yüzden çok önemlidir. Dua etmek bu yüzden çok önemlidir. Sık olarak toprak veya su ile temas etmek çok önemlidir. Doğa bu yüzden çok önemlidir. Doğayı seyretmek, sessizlik içinde doğanın seslerini dinlemek kalbimizi coşturur. Doğa Tanrı'nın bir mucizesidir ve Tanrı doğayı insanlardan daha çok sever.

Kalbimizin ezildiği durumda başkalarından, bizim dışımızdan gelecek olan yardımlara bel bağlarız. Bütünleşmek, gerçeğe ulaşabilmek için adeta dışardan gelecek bir yardım, bir mucize bekleriz ancak bu durum bir çözüm getiremez. Aydınlanmayı her ferdin kendisi yapabilmelidir. Kendi içsel merkezi ile bütünleşip bunu yapabilmelidir aksi takdirde bir yere varamaz. Dışardan bazı tavsiyeler bilgiler dinlenebilir elbette bazı faktörler yardımcı da olabilir ancak esas olan kendi içsel bilgeliğimizin, içsel sesimizin bize sakinlik ve sessizlik içinde hissettirdikleridir. Bize hissettirebildiklerini sükûnetle dinleyip bunları yaşamınızda uygulayabilmemizdir. Aksi takdirde bir takım güven telkin eden mevkileri ele geçirmiş ruhsal narsislerin kölesi olur bizi maddi ve manevi olarak sömürmelerine izin veririz. Sunu unutmayalım: Tanrı'dan başka hiçbir kimseye teslim olunmaz, hiçbir insana tam güvenilmez.

Alpaslan Kuzucan

ÖTE ALEM

Yeşua demiştir ki: "İki Tanrı'ya birden hizmet edilmez. Hem Tanrıya hem de dünyaya tapamazsınız." 

Her bir dünyadaki doğum yoluyla bedenlenme olayı arasında ki dönemde doğruluktan ayrılmamış, dogmalara sapmamış, bağnazlıktan uzak, tevazu sahibi insan ruhları maddi olmayan boyutlarda kıyam ederler ve onlar orada melekler gibidirler. Orada yemek içmek yoktur. Evlilik yoktur. Kadın erkek şeklinde dünyadaki gibi bir cinsiyet yoktur. Benimsenmiş kimlikler vardır. Onlar orada seviyelerine göre var olan ve bir sonraki dünya sınavları için eğitim alan bilinçlerdir. Her bilinç kendisiyle aynı seviyede olanlarla birliktedir. Belli bir dış şekilleri yoktur.


Kurumsal dinlerdeki zevk ve sefa yeri olarak kitleleri gütmek için söylenen cennetler veya eziyet ve işkence yeri cehennemler yoktur. Yavaştan hızlıya doğru yükselen boyutları vardır.

Ölümü takiben bu salih ruhlar kabirde üç gün uyurlar. Burada gördükleri rüyalar iyi ya da kötü, dünya yaşamlarında ne ekmişlerse, gerçekleşir. Salih ruhlar üçüncü günün sonunda uyandırılır.


Kötüler, tiranlar, şehvetperestler, öfkesinin esiri olanlar ve aç gözlüler ise uyandırılmayarak bir daha gün ışığını göremeyecek şekilde karanlığa terk edilirler. İlahi adalet gereği cezaları bitince hafızaları (ruhsal) silinerek varlık aleminden artık alemine düşürülürler. Artık onlar yerin altında ota, köke can veren, kendinin farkındalığı olmayan basit enerjilere dönüşmüşlerdir. Bir ruh için en büyük ıstırap budur ama onlar maddeye taptıkları için Tanrı tarafından gıyaplarında hüküm verilerek maddeye karıştırılmışlardır. 


Kutsal Ruh (İnsanı Kamil) bilincine (sevgi) ulaşmış ruhlar ise bedenlerinin ölümünü takiben kabire hiç girmeden direk olarak ışığa alınırlar. Bu ruhların kutsallıkları Huzurda Tanrı tarafından onaylandıktan sonra onlar Tanrı ile bütünleşerek yeniden bedenlenme çarkından kurtulurlar. Tanrıyla bir olmak budur. Onlar artık Tanrının askerleridir. Biz olmuşlardır. Aralarında herhangi bir ayrım yoktur. Hepsi Tanrıya bağlıdırlar. Hepsi Tanrının huzurunda ve ayakta dururlar. Hüküm sadece Tanrınındır. Geleceği sadece Tanrı bilir ve yapar.
Kutsal Ruhlar arasında görev farkları olmasına karşın bir ayrım yoktur. Aldıkları görevleri gereği her biri tekrar bütünsellikten ayrılarak dünyada ya da maddi ya da maddi olmayan diğer alemlerde görevlerini gecikmesiz olarak, anında icra ederler. 

İnsanoğlunun özgürlüğü buradadır. Tanrı ila mi birleşecek yoksa toprağa mı karışacak. Tanrı insanın bu seçimine karışmıyor. Bunu tamamen insanın kendi hür iradesine bırakmıştır. 

Alpaslan Kuzucan

GOD IS ...

We are with God. That is the truth. It is wrong to say that we came from God.  First of all, we must understand that God is not a superman sitting on the clouds and giving hints and advices. God, the Father is the Source of life energy. He does not move or change. He does not speak but give life to His creatures, sustain them and make them feel Himself in countless ways. Think God as huge magnetic field pulling good to Himself and pushing bad away of Himself.

God doesn't like doubt. Grow closer to God and your faith in God must be rock solid. Leave dogmas and man made religions. Don't take them as a corner stone for your faith. Incorparate silence and solititude into your life regularly and ask God to help you, praise Him and ask Him to forgive your mistakes.

Yeshua

26 Aralık 2020 Cumartesi

TUTKULARDAN KURTULUN

Yeşua'nın dediği gibi: "Şayet zihninizde bir kadınla zinayı düşünüyorsanız siz zina etmişsiniz demektir. Kardeşini düşüncesinde öldüren onu gerçekte  öldürmüş gibi olur."

Yani bunu düşüncenizde yapıyor iseniz bu demektir ki şartlar elverdiğinde bunu çok büyük ihtimalle fiilen de yapacaksınızdır.

Tutkulardan nasıl kurtuluruz?

Haysiyetli ve mutlu yaşamamız ve neslimizi sürdürmemiz için gerekli olanın dışındaki arzu ve heveslerden kurtulmak mümkün müdür?

Elbete mümkündür. Akıl bize bunun için verilmiştir. Yeter ki geri donüşsüz çizgiyi geçmeden bilinçlenelim.

Her şeyden önce bunların bizim dışımızda bir varlıktan ya da şeytandan gelmediğini ve fakat kendi düşünce ve duygularımızdan kaynaklandığını bilmeliyiz. Sonra bu kontrolü gerçekleştirmeye kesin olarak karar verip bunun için Tanrı'ya dua etmeliyiz.

Öncelikle herhangi bir nefsani duygumuz bizi tahrik ettiğinde asla beni şeytan dürttü veya arkadaşım ayarttı dememeliyiz. Suçu asla başkasına ya da başka hayali varsayımlara yüklemeyin.  Bu duygular sizin içinizden gelir. Sizin kendi içinizden gelir. Düşüncelerden kaynaklanır. Eğer birisi gördüğü karşı cinsten bir insana şehvet duyuyorsa bu hissiyat o kişinin karşısındakini bir insan değil de bir obje olarak görmesinden kaynaklanan yanlış bir zihin şartlanmasıdır. Böyle düşündüğü içinde ne  karşısındaki kişiyi ne de şeytanı suçluyabilir. Bu tamamen kendi nefsani düşünceleridir ve bu düşünceleri duygular takip edecektir. Obez birinin yiyecek karşısındaki tutumu da, aç gözlü birisinin para, mal ve mülk karşısındaki tutumu da aynı katagoridendir. Her şey önce zihin de başlar.

İçinde yaşadığımız Dünya, insanları gereksiz ve amaçsız bir tüketime ve özgürlük adı altında bencilliğe yönlendirmektedir. Bu tüketime ve yozlaşmaya ahlak ve erdem değerleri de dahildir. İnsanlar bu durumlarda kendilerini, bunun yanlış olduğunu telkin ederek kontrol edeceklerine aksine karşılaştıkları bu gibi durumları bir fırsat olarak değerlendirmektedirler. Bu hal ve tavırlar tamamen kişilerin kendilerini aldatmalarıdır. Bu tavırlar da sevgi yoktur, samimiyet yoktur, huzur hiç yoktur. Çünki doğası gereği bu davranışlar yanlıştır ve kötüdür. Her gördüğü kadına karşı şehvet duymak, parayı görünce her türlü onursuzluğu yapmak!

Düşünceniz bulduğunuz her fırsatta cinsel ilişkiye girmek ya da para gelsin de nasıl gelirse gelsin olmamalıdır. Hak, hukuk, ahlak, onur, sadakat, kalp temizliği ve Tanrı kimin uğrunda diye düşünürseniz o zaman karşınıza bu gibi durumlar çıktığında olumsuz ve yanlış olan bu türden düşünceleriniz duygularınızı o yönde harekete geçirecektir.  Bu aşamada insanın kendisini kontrolü daha zorlaşır. Kötülüklere fiilen belki bulaşır belki de bulaşmazsınız. Bulaşma olursa bu fiiller zihninizin o yöndeki şartlanmalarını daha da kuvvetlendirir ve zamanla kontrolü tamamen kaybedersiniz. Hatta artık kontrol etmeye kuvveti yetmeyen bağımlılardan olursunuz. Bu kötü duygular artık kalbinize yerleşmiştir. 

Bu durum size dünya yaşamınız da uzun vadede huzursuzluk ve değersizlik duygusundan başka bir şey getirmeyecektir. Öteki dünya da ise ızdırap, hüsran ve yok oluş getirecektir. Henüz son sınırı geçmeden zihninizi doğru değerlerle şartlandırın ki yanlış duygulara ve davranışlara sizi sevk etmesin.

Sadece yanlış davranışlardan kaçınmak yeterli değildir. İnsan bu davranışlarının köklerine inmeli, zihnini temiz tutmalı, buna azmetmelidir. Kalbinde nefsani tutkuların yerleşmesine hiç bir zaman izin vermemelidir. Ama en başta düşünceler temiz kalmalıdır aksi takdirde duygular düşünceleri takip edecektir.

Tanrım düşüncelerimizi ve kalplerimizi saflaştır ve her tür günahtan bizi koru. Amin.

Alpaslan Kuzucan

21 Aralık 2020 Pazartesi

CİNSEL SAPKINLIKLAR

Cinsel sapkınlıklar o denli yüksek boyutlardaydı ki insanların kendileri mikrop haline gelmiş ve  bizzat  her tür hastalığı taşıyan mikrop yuvaları olmuşlardı ve mikroplu şeyler kireçlenir. Tanrı Sodom ve Gomoralıları kireçledi.

Yeşua

TUTKULARIMIZ

Bedenliyken tutkularımızdan tamamen kurtulmak mümkün değildir. Ancak onları yönlendirebiliriz. Bizden istenen ve beklenen de budur. Doğru tepkileri vermek. Doğru davranışlara bunu yaparız. Olumsuz duygularımızı kontrol altında tutarak, sevgiyle ve inançla sakin ve sabırlı olarak bunu tüm yaşamımız boyunca başarmak zorundayız.

Yeşua

20 Aralık 2020 Pazar

DİN VE BAĞNAZLIK

TEK GERÇEK DİN SAFSATASI...

Dünyadaki her din kendisinin dünyadaki tek gerçek din veya tek geçerli din/son din olduğunu söylemekte ve bunu ilkel bir vahşilikle savunmaktadır. İyi de genel sağduyuya göre bunun doğru olması mümkün değildir. Çünkü birbirini birçok konuda zıtlayan hatta yer yer kendi içlerinde çelişkili bu dinlerin hepsi aynı kaynaktan gelmiş olamaz. Belli ki bir çok insanın ilkel ve kaba nefsaniyeti bu sözlerin arkasındaki temel çıkış noktası olarak yatmaktadır.

Dünyadaki kurumsallaşmış dinlerdeki ana kural bunların eleştirilemez, tartışılamaz olmalarıdır. Bu da insanların dinler konusundaki anlayış ve fikirlerinin gelişmesine engeldir. Sadece engel olması bile bazı insanların bağnazlaşmasına sebeb olmaktadır. Bazı şer kurnazlarının da bu bağnazları politika ve ticaret alanlarında etkileri altına alıp dini kullanarak her türlü kötülüğü yapabilmeleri ve toplumun bütününün zararına olarak ve yine kötülük yapmak üzere şahsi servet yığmalarına yol açmaktadır. Bunun için bağnazlar her türlü yolla nefret duyguları ile doldurulmakta ve toplu cinayetler dahil şiddete yönlendirilmektedirler. Bundan önce kendilerince yarattıkları, 'ötekileri' dine saygıya ve bu konuda konuşmamaya, inanan insananlara karşı saygıya davet edilmesi ise şer güçlerince belli bir süre uygulanan, yeterince güçlenene kadar uygulanan bir kandırmacadır.

Bağnazlar kendileri gibi olmayanlardan nefret ederler. Tıpkı cinsi sapıklarda ve ahlaksızlarda olduğu gibi bu da bir sosyal hastalıktır. Onlar yeterince kuvvetlenene kadar çağımızda insan hak ve özgürlüklerini kullanırlar ve gücü, iktidarı kendilerince tam sağladıklarında ötekileri acımasızca yok ederler. Bağnazlık bir çeşit akıl hastalığıdır. Düşünemeyen, eleştiremeyen, sorgulayamayan zihinlerin sonunda akıl sağlığı kalmaz. Gelişmeyen beyin hurafeye yönelir ve sağ duyu, akıl, ölçü kalmaz. Yani onlar, acıkça söylersek, saldırgan delilerdir. Bu deliler kötü niyetli, bencil insanlarca kullanılır. İnsanlık tarihindeki en büyük savaşlar, toplu tecavüzler ve yağmalar, katliamlar dinler adına yapılmıştır.

Zamanımızda bilim, teknoloji ve sanat dinlerin çıktıkları zamanlara göre hayli gelişmiştir. Bu da beyinlerin çok daha geliştiğinin bir göstergesidir. Birçok insan düşünen erdemli insan dinleri terkederek evrensel insan hak ve özgürlükleri beyannamesini kabul etmiştir ama bağnazlık ve bağnazlar maalesef hala vardır. Bu sosyopatlığın kökü kesilememiştir çünkü aramızda kendi bencil ruhlarını tatmin etmek için her türlü kötülükten geri durmayacak iblis ruhlu insanlar vardır. Bunlar bağnazları ve paraya tapan hiçbir erdemi olmayan insanları kullanan bir avuç sözde elit ve onların altındaki besleme politikacılar ve yöneticilerdir. Bu uğurda ülkeler/devletler yıkılmakta milyonlarca insan, kadın çocuk ayırt edilmeksizin öldürülmektedir. Masum yaşamlar toplu olarak yok edilmektedir.

Dinlerin tabuluğu yıkılmadan, bu organize yapılar insanın hür iradesinin eleştirisine sunulmadan, Allah kelamı safsatası ortadan kaldırılmadan insanlar kendileri ile ve birbirleriyle sevgi temeli üzerine kurulu bir yaşam şekline kavuşamazlar. Dünya'da barış ve huzur sağlanamaz. Zorla kabul ettirme saplantısı/kötülüğü bu insan neslini sürekli nefret ve korku içinde yaşayarak sonuçta kendisini yok etme noktasına getirmiştir. Nefret ve korku duyguları insanlara ve toplumlara mutluluk ve huzur getiremez.

Sevgi birbirimizin varlığına tolerans gösterebilmemiz için gerekli ve şart olan duygudur. Mutlak olarak farklı fikirler, toplumsal ve bireysel yaşama, doğaya zarar vermedikçe hoşgörü ile tartışılabilmelidir. Varlıkları doğal olarak kabul edilebilmelidir. Herşey o zaman güzel olabilir. Başkalarını kendiniz gibi davranmaya, inanmaya zorlamak ve bunun için her türlü zorbalık ve şiddeti mubah saymak kötülüğün başıdır. Bu kötülük geri dönüşsüz tüm dimağlardan silinmelidir. Ancak sadece din çıkışlı bağnazlıkların değil fakat her türlü bağnazlıkların yok edildiği bir ortamda Tanrıya götüren gerçek yolun kaliteli vasıfları tespit edilebilir. Saldırılmak ve öldürülmek korkusu olmadan din veya ideoloji adı altında insanlara sunulan yalan ve kötülükler tespit edilip ortadan kaldırılabilir. Zorbalık ve bağnazlığın yok edilmesi esasen sevgi dolu bir ortamı sürekli kılacaktır. Sevgi dolu ortamda oluşacak güvenli ortamlarda ise beyinler hızla gelişerek kendileri için ve herkes için ve doğa için en doğru ve güzel olanı yapacaklardır.

Nefret ve kin dolu insanlar, tüm bağnazlar, cinsi sapıklar kliniklerde akıl hastası tedavisi altına alınmalıdır. Onlar hasta muamelesi görmelidirler. Aksi takdirde bu delilik küresel bir salgın haline gelir ve gelmektedir.

İnsanları kendi inancına zorlamak, sözde kendi dinlerinden döneni(çıkanı) öldürmek tam bir akıl hastalığıdır. Yine dini bir ırk üstünlüğü olarak görmek, diğer inançlardan insanları ikinci sınıf insan olarak sayıp onları kendileri ile aynı haklara sahip olmayan köleler gibi düşünmek ciddi akıl hastalıklarıdır. Aynı şekilde insanı ve doğayı Tanrı'nın bir yansıması olarak görmekte, o insanların akli dengelerinin bozulmuş olduğunun bir göstergesidir.

Bu deliliklerden kurtularak Tanrı'yı ya da adına her diyorsanız Kaynağı bulabiliriz. Bu yaşamın Kaynağını, bu yaşamı bize kimin verdiğini ve niye verdiğini anlayabiliriz. Sevgi olan Tanrı'nın sevgisinin nasıl saf ve huzur verici bir duygu olduğunu hissedebiliriz. Hepimizin bu sevgiden var edildiğimizi, bu sevgiden geldiğimizi idrak edebiliriz. Yaşamımızı sürekli bu sevgi enerjisinin desteklediğini ve bizlerin de bu sevgiyi aldığımız en saf şekliyle çevremize yaymak yükümlülüğünde olduğumuzu bilebiliriz. Sonuçta da bu saf enerjiyi aynı saflıkta Tanrı'ya geri iade etmek zorunda olduğumuzun farkına varırız.

Bizler rasyonel varlıklarız. Sağduyu denilen bu düşünce tarzımızı terk edersek zaman içinde sağ duyumuz ortadan kalkar ve akıl sağlığımız bozulur. Din dediğimiz olgu bizim kendimizle, birbirimizle ve doğayla olan ilişkilerimizi düzenler. Eğer bu konuda eleştiri ve akılcı düşünceden kopup bağnazlaşırsak bizleri Tanrı'ya doğru değil felakete doğru yönlendirir.

Bizlerin birbirimizle ve çevreyle olan ilişkilerimiz kaliteli ve sevgi temelli esaslar üzerine kurulmalıdır. Çünkü bizler sevgiden var edildik. Asıl yapımızdan saparak iyiliğe ve doğruluğa ve nihayet sevgiye ve Tanrı'ya ulaşamayız. Ebedi yaşam ruhsaldır ve sevgi olan Tanrı ile birlikte mümkündür. Aksi takdirde ruhlarımız da yok olur. Bizler bu dünyaya önce kendimizi ve takiben Tanrı'yı bilmek için geldik.

Sonuç olarak içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda artık tüm ilkellikleri bırakıp ve bütün zihinsel özürlüleri eleyip sevgi duygusuna dayalı insanı ilişkileri ve dünyasal konularda bilimsel ve akılcı düşünce temelinde bir yaşayış biçimini hak ettiğimizin idrakine ulaşmamızın şart olduğuna hep birlikte amaç edinebilmek dileğiyle konuyu değerlendirmelerinize sunuyorum.

Alpaslan Kuzucan

18 Aralık 2020 Cuma

KUTSAL RUH KAVRAMI NEDİR?

Ruh kendinin farkında olan zaman ve mekân boyutlarının dışında bir bilinç birimidir. Bir enerjidir. Beynin ürünü olan bedensel zihinden ayrı olarak kendi hafızası vardır. Tanrı’nın bize verdiği saf bir yaşam enerjisidir. Bizim sorumluluğumuz, en saf şekilde bize verilen bu emaneti aynı saflıkta çevremize yayıp sonunda da Tanrı’ya geri verebilmektir. Bunu yapabilirsek sahip olduğumuz kişilik Tanrı tarafından silinmez ve sonsuza kadar bizde kalır. Bu tip saf ruhlara bizler dünyada, kutsal ruh diyoruz. Bu sıfat bizlerin kullandığı bir kelimedir. Onlar, her biri öte alemde kendine has yetenek ve görevleri olan bir ve bütündürler. Her an her yerde eş zamanlı bulunabilirler. 

Alpaslan Kuzucan

KEHANET

SORU: Kehanet nedir? 

YEŞUA: Falcılık, yani aldatmadan başka bir şey değildir. Her şey andadır. Tanrı anlık hükümler verir. Uzun vadeli planlar yapmaz. İnsan kendi kaderini değiştirebilir. Tövbekâr olabilir ve Tanrı’ya sığınabilir. Her an her şey değişebilir ve Yüce Tanrı da buna göre her an yeni hükümler verir. Tanrı, sizin için ve sizin yönelimlerinize göre zamanı gelecek yapar.

Bilhassa kapalı odalarda yapılan her türden metafiziksel gösteriler illüzyondur ve göz yanıltmaktır. Bu manada aletsiz ameliyat yaptıklarını söyleyip bunun sosyal medya kanalıyla reklamını yapanlara itibar etmeyin. Benim, 2000 yıl önce aranızdayken böyle şeyler yaptığımı duydunuz mu? Hayır, keza yaptıysam da bunu gizli tutardım. Dünyevi konularda bilimsel düşünceden uzaklaşmayın.

Kehanet, gelecekten haber vermek kendinizi Tanrı’dan üstün görmektir. Tanrı kendisine ait işlere karışılmasından rahatsız olur.

Yeşua

ZAMANIN SONUNDAYIZ

Zaman kapanıyor. Yan yollar yok artık. Yan yollar kapatıldı. Kişi ya Tanrı’ya ulaşacak ya da fiziksel ölümünü takiben ikinci ölümü tadacaktır. “Ya hep ya hiç.” Durumunuz budur artık. Ya Tanrı’ya ulaşacaksınız ya da her şeyinizi kaybedeceksiniz. Tamamen Tanrı’ya odaklanın. Aksi takdirde başaramazsınız. 

Yeşua

KABİRLERDEN MEDET UNMAK

İnsanları uyar. Boşuna kabirlere gidip orada taşlardan, ölülerden medet ummasınlar. Oralarda bir enerji yoktur. Orada yatan kutsal bir insansa zaten orada değildir. Enerjisi Tanrı enerjisine karışmıştır. Toprağın altında sadece insan vasfı silinmiş ruhlardan arta kalan karanlık ve dağınık enerjiler kalır.

Yeşua


MEDENİYET OLUŞUMU

Adaletin olduğu ortamlarda oluşan güven ortamı sevgiyi yaratır ve sevgi olan yerde iyilik ve duyarlılık olur. Zekâ gelişir, bilgi birikir ve medeniyet olur. 

Yeşua

İNSANİ İLİŞKİLERİN DURUMU

İlişkilerde insanlar gerçek duygularını yansıtmıyor. Rol yapıyorlar, bu da sonunda nefrete dönüşür. Gerçek sevgide minnet vardır asla nefret edemezsiniz. Beden çekimi sekstir. İki zihin birbirini çekerse sevgidir. İki temiz ruh birbirini çekerse Tanrı’yı bulur. Bu da üst boyutta olur.

Yeşua

KÖTÜLER

Zalimlerin sonu yaklaştıkça zulümleri artar ve iyice azgınlaşırlar. Karanlığın bir parçasıdırlar artık ve o karanlık, kötülüklerini gizlediği için onlara hoş gelir. Her akarsu okyanusa ulaşacak diye bir şart yok zaten. Bazıları yolda kuruyacaktır. Kötüler okyanusa ulaşamaz. 

Yeşua

9 Aralık 2020 Çarşamba

MUCİZE

Mucize sadece Tanrı’nın yapabildiği bir şeydir. Tanrı bana mucize gösterme gücü verseydi ilk yapacağım şey, herkesin bana inanmasını sağlamak ve yüzlerini Tanrı’ya çevirmek olurdu. Tanrı bunu istemiyor. O, özgür iradeleriyle insanların kendisini seçmelerini bekliyor. Önemli olan da değerli olan da budur. Seçimin özgür irade ile yapılması.

Yeşua

8 Aralık 2020 Salı

RUHUNUZA ZAAF YÜKLEMEYİN

Kutsal Bilinç kendini değişik şekillerde tezahür ettirmek üzere her yerdedir. Sinemadaki filmi sahneye yansıtan ışık gibidir. Bir çok farklı karakterleri yansıtır. Işık aynı ışıktır fakat filimdeki alınmış farklı karakterler aynı tek bir ışıkla yansıtılır. Işık olmazsa filmde olmaz, farklı karakterlerde olmaz. Ne kahraman kalır nede kötü adam. Ne aslan kalır ne de fare. Tüm bu farklı karakterleri sahneye yansıtan aynı ışıktır. Yaşamdaki tek fark karakterlerin rollerini kendilerinin seçmeleridir. Dolayısıyla ruhsal alemde kendileri ışık olmuş varlıklar vardır ve birde ışıktan mahrum edilmiş kayıp varlıklar vardır. Asla karanlık güçler, kötülüğün güçleri diye bir varlıklar sınıfı yoktur. Esasen kötülük sadece maddi dünyalarda vardır.

Tek bir beyaz ışık vardır. Bu beyaz ışığın Kaynağı da tekdir. Varlığı perdeye yansıtan. Görünür kılan. Görür kılan. Kaynağın tekliğini idrak eden kişi kısa süren dünya yaşamının dalgalanmalarından artık etkilenmez. Kötülüğü yansıtan olmak hiç istemez. Başkalarının yaptıklarına da takılmaz. Ruhunu arındırır. Ruhuna olumsuzluklar ve zaaf yüklemeyi terk eder. O zaman  kişi evrensel enerjiye direk bağlanmış olur. Cehaletten bilgiye karanlıktan aydınlığa geçmiştir. Ruhu için ebedi yaşamı seçmiştir. Karanlıklarda kaybolup gitmekten kurtulmuştur.

Cahil insanlar duygularını diğerlerine yansıtırlar. Kendisi kızgınken diğerlerinin de kendisine kızgın olduğunu iddia etmek, öfkeliyken diğerlerinin de kendisine öfkeli olduğunu iddia etmek, kimseyi sevmiyorken başkalarınında kendisini sevmediğini iddia etmek,  insanlara karşı olumsuzken onların da kendisine karşı olumsuz olduğunu iddia etmek, devamlı şikayet ve söylenmek ve benzeri davranışlar cehalettir. 

Öldüğünüzde tüm hafızanızı, duygularınızı ölüm ötesine taşırsınız. Bilhassa ölume yakın son bir kaç yılınızın duyguları ve düşünceleri çok önemlidir. Öldüğünüzde nasıl bir insan iseniz öylece öbür tarafa geçersiniz. Bu sebeple bırakın diğerleri nasıl olmak istiyorlarsa öyle olsunlar. Onlar öyle diye siz de öyle olmak zorunda değilsiniz. Siz ruhunuza zaaf, olumsuzluklar yüklemeyin.

Alpaslan Kuzucan


6 Aralık 2020 Pazar

BİREYSEL UYANIŞ ZAMANIDIR

Artık imanınızı organizasyon merkezleri olan mabedlere ve hangi dinden olursa olsun din adamlarının güya kutsal olduklarını iddia ettikleri kitaplara dayalı söylemlerine bağlamanın zamanı değildir. Bu yol artık güvenli değildir. Belli mevkileri tutmuşlar, belli unvanları takınmışlar diye bir takım insanlara iman konusunda tamamen güvenmek sizi yanlışa götürecektir. 

Her bir birey kendi içinde doğruyu yanlıştan ayırt edebilmelidir. Bunu her kişi kendisi kalbinde hissetmelidir. Taklidi inanç, aktarma iman olmaz. Doğru olmaz. Bir sürü yanlışlar, yanılmalar ve sapmalar olur. Bu konuda kendisini otorite ilan eden, kendi sözlerinin ve bunun gerisindeki inancın mutlak doğru olduğunu ilan edenler Tanrı'ya eş koşarlar. Onlara asla itibar etmeyin, onlara hoşgörü de göstermeyin. Ruhban sınıfını ve din alimi olarak kendilerini size sunanların sözlerini aklınıza ve hislerinize uymuyorsa red edin. Ezelde veya şimdi de Tanrı'dan inen kitaplar yoktur. Tanrı insana bir zihin ve özgür irade vermiştir. Bunların üzerine zorlayıcı kurallar içeren kitaplar indirmez. Tanrı'dan saf kalplere doğruyu gösteren ilhamlar gelir. 

Hiçbir kitap bizzat elçiler tarafından veya onların zamanında ve onlar tarafından yazılmamış veya yazdırılmamıştır. Tanrı sözü denen bu kitaplar elçilerden onlarca hatta yüzlerce yıl sonra gelen siyasi otoritelerin güdümündeki sözde din alimlerine yazdırılmıştır. Elçilerin kalplerine doğan doğrular çok az olarak bu kitapların içlerinde elbette vardır, olmasa zaten bunlara kimse inanmazdı.  Ancak bununla beraber çoğu yazı saf olmayan kalplerin sözlerini yansıtmaktadır. Elçilerin isimleri ve bazı sözleri ise kandırmak için hatta bazılarının anlamları çarpıtılarak bir nevi etiket olarak kullanılmaktadır. 

Bu baskın güçlerin amaçları kalabalıkların kendi adeletsizliklerine isyanını önlemek açıkçası onları koyunlar gibi gütmektir. 

Bilimin olmadığı ilkel zamanlarda elçilerle gelen rehberlik süreci çoktan bitmiştir. Şu an artık herkes kendisi hak ile batılı kalbinde hissedecek bir bilinç seviyesinde olmak zorundadır. Fiili durumun böyle tezahür etmemesi bizim ayıbımızdır ve sonuç olarak bir anlam ifade etmez. Gerçekler kalabalıkların eğilimlerine göre değişmez, değiştirilemez.

Yaşarken bu gerçeğe uyananlara ne mutlu çünkü kabirlerde uyanmanız mümkün değildir. Böyle bir hak yoktur.

Alpaslan Kuzucan


TRUE PIETY

The bad guys in the gospels were not only drug dealers, bank robbers, prostitutes, heretics, or political traitors. In fact, by comparison with the real bad guys in the gospels, these people came across more as the good guys depending upon the life conditions they have come across.

The bad guys were the Pharisees — religious hypocrites (according to Yeshua) who did all their virtuous acts to be seen and praised by others. Yeshua said that they were respectably impressive on the outside, but full of death and decay on the inside. He told us not to be like them. (Matthew 23:27-28)

But where is that being preached in the so-called religious world today? Our religious leaders continue to imitate the Pharisees more than they imitate Yeshua. And the ignorant masses continue to be impressed, because these imposters talk about the so-called Holy Books, prayer, love, faith, and other virtues and virtuous acts. And they do so while secretly opposing all that Yeshua taught.

Yeshua says that they make the Word of God (i.e. the teachings of Yeshua) of no effect through their traditions (i.e. through their quest for respectability). (Mark 7:13)

Yeshua says, for example, that we should not only pray but that we should also do these pious acts secretly, so that others will not know about it. This separates true piety from respectability.

The desire to be accepted and respected by others is almost as powerful as greed. Respectability is more likely to inspire people to do selfless acts, because respectability is the counterfeit of faith in God, whereas greed is the antithesis of faith in God. But respectability and greed usually go hand in hand.


INCARNATED LIFE AND AFTER LIFE

Outside the incarnating context, all beings are 'Souls', broadly speaking and the soul is human when incarnated to a phycical body. The soul enters the physical body upon the first breath of the baby just at the second he or she has been born. Before that time of birth it is a fetus, a part of mother's body, not counted as a seperate human.

Being in that state, compared to the incarnation state, provides for a consciousness that is expanded. You perceive many aspects of existance and reality itself simultaneously, and you perceive them more clearly. While in incarnation, your consciousness is linear, very focused. This is akin to being only able to look forward because your physical eyes are turned forward, while you can't see what is happening behind you. There are things your incarnated consciousness can't see, or at least can't see at the same time.

A human can only perceive some things in a simultaneous manner, for example, when listening to music (multiple instruments and sounds simultaneously), or seeing a painting (multiple colors, elements). Everything else is perceived linearly, like speaking/listening/reading (one word at a time). Outside the incarnated state, however, this limitation is not there. Everything can be perceived simultaneously if you are an awakened soul. As there is no mind with free will there you have to be awakened by the Holy Spirits if you have deserved it during your incarnated life.

Another aspect is that, without a physical body, there is no physical pain or discomfort of any kind. There are also no lower ego impulses, like fears, fobias, the urge to mate, procreate, addictions, or the impulse to evaluate others through their physical/sexual bodies - if you, as a being, went to the Light planes upon death. This because it's perfectly possible for a being to get lost in the lower density planes without returning to Source, and in that case many lower ego impulses remain. Whether a being becomes "lost" or not, it entirely depends upon its own consciousness and the cirsumstances of its departing. The senses you maintain during the last hours previous to your death are of vital importance.

Finally, it's worthy to point out that, regardless of a being "goes to the Light" or becomes "lost", your level of consciousness remains the same. This means you are the same person/being/entity that you are here incarnated. Many aspects of your consciousness may expand, and become clearer, in a non-incarnated state. However, that that it is what you are, remains a constant. This is why, and how, lessons and karmic memories pass on from one life to the next. That is why there is no martyrisation which means nothing changes if you have died in a war although it is a patriotic death.

The incarnated state is extremely difficult precisely because:

1. Your perception is severely limited and exposed to lower ego impulses while the human is here, 

2. You simply forget (from your current point of view) mostly everything before the incarnation moment itself. That memory is not lost, however, it's simply postponed temporarily, kept away from you, and is regained upon de-incarnation.


TEFECİLİK VE GERÇEK

Tanrı bize elçiler vasıtasıyla doğru olan bir çok şeyi bildirdi. Bunların en başında paraya  tapmamak ve ona hizmet etmemek geliyor. Daha spesifik söylemek gerekirse bizlerin tefecilik yapması yasaktır. Asla ödünç para verildiğinde bunun için faiz alınmamalıdır.

Şimdi dünyayı kimlerin yönettiğine bakalım. Ödünç para verenler. Bu tefeciler herşeyin kontrolünü ele geçirdiler. Tüm sistemi kontrol ediyorlar. Yaşantılarımızı her bakımdan kontrol altına aldılar. Hepimizi köleleştirdiler ve dünyayı, doğayı ne hale getirdiler. Kültürümüzü ne hale getirdiler. Sinema, medya bizleri ne yönlere çekti. Hepsi onların kontrolünde. 

Şeytana taptıklarını alenen beyan eden bu tefecilerin elinde ki medya insanları tüketime yöneltiyor. Şiddet, zina, cinayet hatta cinsel sapmaları olağan gösteren diziler, filmler, romanlar devamlı beyinleri yıkıyor. Zihinleri kontrol altına alarak aile yapısını ve toplumsal barışı yok ediyor. Yalancılık,  hırsızlık marifetmiş gibi sunuluyor. Adeta insanları arzularının esiri haline getirerek Tanrı'dan koparıyorlar. Kendilerine tapmanızı istiyorlar. İnsanlığı öldürüyorlar.

Görünüşte ise bunlar eşlerine sadık,  hayır kurumlarına yardım eden, zeki, iyi ve faydalı insanlar. Bu sadece işin vitrini, gerçekte ise insanı Tanrısal yoldan uzaklaştırıp köleleştirmek istiyorlar. Silah satmak, doğal kaynaklarını çalmak için ülkeleri kadın çocuk demeden bombalayıp insanlarını öldürüyorlar. Milyonlarca insanı evsiz barksız mülteciler durumuna düşürdüler ve tüm bunlar olurken hiç ortalarda bile görünmüyorlar. Hükümetler onların kontrolünde. Bu kadar parayı ne yapacaklar derseniz artık onlar para konusunu geçmiş  2000 sene önce tezgahları Mesih tarafından devrilen, hayırseverlik kisvesi altında görünüp ancak itibar peşinde koşan tüccarların durumundadırlar. İtibar ne için? Kisisel güç sahibi olup hükmetmek için. 

Hayır da ibadet de gizli olarak yapılır. Gösteriş duyguları işin içine karışırsa o ibadetten de hayırdan da elde edeceğiniz kazanç o gösteriş duygunuzdan ibaret olur. Toplu olarak yapılması gereken ise kutlamalardır. Siz neyi kutluyorsunuz?

Bu durumda İnsanoğlu (Mesih) ikinci defa niye gelsin? Gerçeğe inanç kaldı mı! Onun dediklerinin hangisini yaptınız? Kutlanacak ne yaptınız ki kutsana sınız! Tekrar gelmesi söz konusu değil.

O zaman da söylemişti: "İki efendiye birden hizmet edilmez. Hem paraya ve hem de Tanrı'ya tapamazsınız ." ve sizlerin büyük çoğunluğunuz maalesef parayı seçtiniz...

Alpaslan  Kuzucan

5 Aralık 2020 Cumartesi

HAYAL KIRIKLIĞI

Mesih Bilinci...

2000 yıl önce Kutsal bir ruh aramızda bedenlendi ve şöyle seslendi dünyaya: "Geldim ki sizler ruhsal yaşama kavuşasınız ve burada da daha bolluk içinde yaşayabilesiniz"...

Ancak gerçek şu ki bu planetin insanları ilahi alemde tam bir hayal kırıklığı yarattı ve bu planetin üzerinde fiziksel olarak canlı olmalarına karşın ruhsal anlamda bir yaşam kurulamadı. Ruhsal yaşam ne olduğunuzu bilmek ve bunu kabul etmektir. Yani Tanrı'nın varlığının bir uzantısı olduğunuzu, O'nun bir askeri olduğunuzu fark etmenizdir. 

Ruhsal yaşama tek bir şekilde ulaşabilirsiniz. Bilinçlerinizi yükselterek. Bunun için ruhlarınızın saf olması gerekir ve bu saflıkta kalplerinizin ve ellerinizin kötülüğe bulaşmamasıyla sağlanır.

Egonun (benlik-nefs) üzerinizdeki temel etkisi sizi gerçeklere karşı körleştirmesidir; yaşam hakkında size tamamen bozulmuş bir algı vermesidir. Bu ölümlü bedene bir kez girdiğinizde ayrılık dünyasına da adım atmış olursunuz. Bu dünyada siz uykudasınız ve rüya görüyorsunuz. Aslında bu durumunuz ölüm bilincidir çünkü bu durumda ve bu anda siz kendinizi sadece bu bedenden ve bu duygulardan ibaret sayıyorsunuz.  Bir kere bu duruma girince dışarıdan bir yardım almadan bu rüyanın dışına çıkamazsınız çünkü ego sizi egonun dışına çıkaramaz. Benlik sizi benliğinizin körlüğünün ötesine götüremez. Bu ölüm bilinciyle bakarken ruhsal yaşamı hissedemezsiniz.

Bu durumdan kurtulmanız için size Varlık'tan ayrılık duygusunu veren, benliğinizden çıkmanıza etki edecek dış yardımlar gereklidir. Bunlar sizin adınıza adımlar atacak kurtarıcı bir dini yapı ya da azizler topluluğu değildir. Bu, sizlerin her birinizin kendi çabaları ve o yönde gösterecekleri iradeleri ile sahip olacakları Mesih Bilincidir. Dış yardım sizler, her biriniz kendi başınıza bu yönde samimi bir şekilde karar alıp o yolda yürümeye azmettiğinizde gelir.

Dış yardımlar, herhangi birinden  çevrenizden, ailenizden  kitaplardan ya da medyadan da olabilir, sadece bir hatırlatıcıdır. Bazı rüyalarınız da mesaj niteliğinde olabilir. Hatırlatıcılar sanki sessiz bir sestir. Bir rehberliktir. Yol ayrımına gelenlere zorlamadan,  bağırmadan tevazu ile, sevgi ile yapılan bir yol gösteriştir ama seçim yine sizindir. Kimse sizin yerinize karar veremez ve vermez. Ruhsal yol gösterimde zorlama katiyen olmaz çünkü burada sınavdasınız ve özgür irade size Tanrı tarafından bunun için verilmiştir. 

Din adı altında olsun yada ruhsal yol gösterimleri adı altında olsun rehberliğe zorbalığı, tehdidi, korkutmayı ya da bir takım bedensel armağanların vaadini katmak tamamen nefsaniyete (bencilliğe) sapmaktır; Tanrı'ya karşı gelmek , O'nun iradesine uymamaktır.

Yeşua 2000 yıl önce dünyaya bu sebeple gelmiştir. Ondan evvelki tüm rehberlerde az ya da çok nefsani sapmalar görüldü. Zorlamalar görülmüştür. O ise bir Kutsal Ruhtu. Ondan sonra gelen de nefsaniyete sapmıştır ve kendi adını ön plana çıkarmaya çalışmıştır. 

Yeşua, Mesih Bilincine sahip bir varlıktı ve kimseyi zorlamadı kimseyi korkutmadı. Kendi adı bilinsin dahi istemedi. Sadece  - sevin -  dedi. Kendi yaşamıyla insanlara örnek oldu. Nefsaniyete hiç sapmadı. Bir din kurmadı. Bağlayıcı, zorlayıcı bir takım kurallar getirmedi. Bizlere ruhsal yaşamın nasıl olması gerektiğini kendisi aramızda bizzat yaşayarak, kendi yaşamıyla bizlere örnek olarak gösterdi. 

Tüm insanlaraydı bu sesleniş ve samimi bir şekilde ruhsal yolda ilerlemek için yardım isteyen herkeseydi. Şu anda ise, 2019 yılı itibariyle, bu ruhsal yardım kapısı kapanmış durumdadır. Tanrı bu gezegeni terk etmiştir. Rahmetini kesmiştir ve insanların bir kısmının hala mucizevi bir kurtarıcı beklemeleri tam bir ruhsal körlüktür. İnsanların aynı hataları tekrar etmekte israr ederken Tanrı'dan bağışlanma, bir nevi kurtarılma dilemesi tam bir budalalıktır.

Kurtarılmak için bireyler olarak Mesih bilincine erişmeniz şarttır. Buna erişmek için size Tanrı tarafından lütfedilen yaşamınızla ne yaptınız? Kaçınız Mesih Bilincine erişti ve bu sayede de bu gezegendeki  insanların kollektif bilinci topyekün olarak  yükselebildi? Belki bir elin parmakları kadar. Bu barbarlık ile nereye varılır? Hala bedensel menfaatler için arsızlıkta yarışıyorsunuz ve bazılarınız bu hayasızlıklarına Tanrı'nın adını da alet ediyorlar.

Yeşua söylemişti o zamanda: "Bırakın ölüler kendi ölülerini gömsünler."  Öyle görünüyor ki bu gezegenin ruhları ölmüş insanları maalesef kendi ölülerini gömecekler. Tam bir hayal kırıklığı.....

Alpaslan Kuzucan

GECE VE RUHLAR

Gecenin sessizliğinde ruhların sesi duyulur ve sadece saf olan ruhlar bu sesleri duyar. Gece, ruhlar birleşip bir ve bütün olduğunda daha da...