Translate

27 Haziran 2021 Pazar

HİÇBİR DİN ELEŞTİRİLEMEZ DEĞİLDİR

Dünyadaki her din kendisinin dünyadaki tek gerçek din veya tek geçerli din/son din olduğunu söylemekte ve bunu ilkel bir vahşilikle savunmaktadır. İyi de genel sağduyuya göre bunun doğru olması mümkün değildir. Çünki birbirini birçok konuda zıtlayan hatta yer yer kendi içlerinde çelişkili bu dinlerin hepsi aynı kaynaktan gelmiş olamaz. Belli ki bir çok insanın ilkel ve kaba nefsaniyeti bu sözlerin arkasındaki temel olarak yatmaktadır. 

Dünyadaki kurumsallasmış dinlerdeki ana kural bunların eleştirilemez, tartışılamaz olmalarıdır. Bu da insanların dinler konusundaki anlayış ve fikirlerinin gelişmesine engeldir. Sadece engel olması bile bazı insanların bağnazlaşmasına sebeb olmaktadır. Bazı şer kurnazlarının da bu bağnazları politika ve ticaret alanlarında etkileri altına alıp dini kullanarak her türlü kötülüğü yapabilmeleri ve  toplumun bütününün zararına olarak ve yine kötülük yapmak üzere şahsi servet yığmalarına yol açmaktadır. Bunun için bağnazlar her türlü yolla nefret duyguları ile doldurulmakta ve toplu cinayetler dahil şiddete yönlendirilmektedirler. Bundan önce  kendilerince yarattıkları, 'ötekileri' dine saygıya ve bu konuda konuşmamaya, inanan insananlara karşı saygıya davet edilmeleri ise şer güçlerince belli bir süre uygulanan, yeterince güçlenene kadar uygulanan bir kandırmacadır. 

Bağnazlar kendileri gibi olmayanlardan nefret ederler. Tıpkı cinsi sapıklarda ve ahlaksızlarda olduğu gibi bu da bir sosyal hastalıktır. Onlar yeterince kuvvetlenene kadar çağımızda insan hak ve özgürlüklerini kullanırlar ve gücü, iktidarı kendilerince tam sağladıklarında ötekileri acımasızca yok ederler. Bağnazlık bir çeşit akıl hastalığıdır. Düşünemeyen, eleştiremeyen, sorgulayamayan zihinlerin sonunda akıl sağlığı kalmaz. Gelişmeyen beyin hurafeye yönelir ve sağ duyu, akıl, ölçü kalmaz. Yani onlar, acıkça söylersek, saldırgan delilerdir. Bu deliler kötü niyetli, bencil insanlarca kullanılır. İnsanlık tarihindeki en büyük savaşlar, toplu tecavüzler ve yağmalar, katliamlar dinler adına yapılmıştır.

Zamanımızda bilim, teknoloji ve sanat dinlerin çıktıkları zamanlara göre hayli gelişmiştir. Bu da beyinlerin çok daha geliştiğinin bir göstergesidir. Birçok insan, düşünen erdemli insan dinleri terkederek evrensel insan hak ve özgürlükleri beyannamesini kabul etmiştir ama bağnazlık ve bağnazlar malesef hala vardır. Bu sosyopatlığın kökü kesilememiştir çünki aramızda kendi bencil ruhlarını tatmin etmek için her türlü kötülükten geri durmayacak iblis ruhlu insanlar vardır.  Bunlar bağnazları ve paraya tapan, hiçbir erdemi olmayan insanları kullanan bir avuç sözde elit ve onların altındaki besleme politikacılar ve yöneticilerdir. Bu uğurda ülkeler/devletler yıkılmakta milyonlarca insan, kadın ve çocuk ayırt edilmeksizin öldürülmektedir. Masum yaşamlar toplu olarak yok edilmektedir.

Dinlerin tabuluğu yıkılmadan, bu organize yapılar insanın hür iradesinin eleştirisine sunulmadan, Allah kelamı safsatası ortadan kaldırılmadan insanlar kendileri ile ve birbirleriyle sevgi temeli üzerine kurulu bir yaşam şekline kavuşamazlar. Dünya da barış ve huzur sağlanamaz. Zorla kabul ettirme saplantısı/kötülüğü bu insan neslini sürekli nefret ve korku içinde yaşayarak sonuçta kendisini yok etme noktasına getirmiştir. Nefret ve korku duyguları insanlara ve toplumlara mutluluk ve huzur getiremez.

Sevgi birbirimizin varlığına tolerans gösterebilmemiz için gerekli ve şart olan duygudur. Mutlak olarak farklı fikirler, toplumsal ve bireysel yaşama, doğaya zarar vermedikçe hoşgörü ile tartışılabilmelidir. Varlıkları doğal olarak kabul edilebilmelidir.  Herşey o zaman güzel olabilir. Başkalarını kendin gibi davranmaya,  inanmaya zorlamak ve bunun için her türlü zorbalık ve şiddeti mubah saymak kötülüğün başıdır. Bu kötülük geri dönüşsüz tüm dimağlardan silinmelidir. Ancak bu ortamda Tanrıya götüren gerçek yolun kaliteli vasıfları tespit edilebilir. Saldırılmak ve öldürülmek korkusu olmadan din adı altında insanlara sunulan yalan ve kötülükler tespit edilip ortadan kaldırılabilir. Zorbalık ve bağnazlığın yok edilmesi esasen sevgi dolu bir yaşamı sürekli kılacaktır. Sevgi dolu ortamda beyinler hızla gelişerek kendileri için, herkes için ve doğa için en doğru olanı yapacaklardır. 

Nefret ve kin dolu insanlar, tüm bağnazlar, cinsi sapıklar kliniklerde akıl hastası tedavisi altına alınmalıdır. Onlar hasta muamelesi görmelidirler. Aksi takdirde bu delilik küresel salgın haline gelir ve gelmektedir. 

İnsanları kendi inancına zorlamak, sözde kendi dinlerinden döneni(çıkanı) öldürmek tam bir akıl hastalığıdır. Yine, dini, bir ırk üstünlüğü olarak görmek, diğer inançlardan insanları ikinci sınıf insan olarak sayıp onları kendileri ile aynı haklara sahip olmayan köleler gibi düşünmek ciddi akıl hastalıklarıdır. Aynı şekilde doğayı Tanrı'nın bir yansıması olarak görmekte, o insanların akli dengelerinin bozulmuş olduğunun bir göstergesidir. 

Bu deliliklerden kurtularak Tanrı'yı ya da adına her ne diyorsanız Kaynağı bulabiliriz. Bu yaşamın Kaynağını, bu yaşamı bize kimin verdiğini ve niye verdiğini anlayabiliriz.  Sevgi olan Tanrı'nın sevgisinin nasıl saf ve huzur verici bir duygu olduğunu hissedebiliriz. Hepimizin bu sevgiden var edildiğimizi, bu sevgiden geldiğimizi idrak edebiliriz. Yaşamımızı sürekli bu sevgi enerjisinin desteklediğini ve bizlerin de bu sevgiyi aldığımız en saf şekliyle çevremize yaymak yükümlülüğünde olduğumuzu bilebiliriz. Sonuçta da bu saf enerjiyi aynı saflıkta Tanrı'ya geri iade etmek zorunda olduğumuzun farkına varırız.

Bizler rasyonel varlıklarız. Sağduyu denilen bu düşünce tarzımızı terk edersek zaman içinde sağ duyumuz ortadan kalkar ve akıl sağlığımız bozulur. Din dediğimiz olgu bizim kendimizle, birbirimizle ve doğayla olan ilişkilerimizi düzenler. Eğer bu konuda eleştiri ve akılcı düşünceden kopup bağnazlaşırsak bizleri Tanrı'ya doğru değil felakete doğru yönlendirir. 

Bizlerin birbirimizle ve çevreyle olan ilişkilerimiz kaliteli ve sevgi temelli esaslar üzerine kurulmalıdır. Çünki bizler sevgiden var edildik. Asıl yapımızdan saparak iyiliğe ve doğruluğa ve nihayet sevgiye ve Tanrı'ya ulaşamayız. Ebedi yaşam ruhsaldır ve sevgi olan Tanrı ile birlikte mümkündür. Aksi takdirde ruhlarımızda yok olur. Bizler bu dünyaya önce aslımızı ve takiben Tanrı'yı bilmek için geldik.

Sonuç olarak içinde bulunduğumuz 21. Yüzyılda artık tüm ilkellikleri bırakıp  tüm sosyopatları, psikopatlar, narsistleri eleyip sevgi duygusuna dayalı insanı ilişkileri ve dünyasal konularda bilimsel ve akılcı düşünce esaslı bir yaşayış biçimini hak ettiğimizin idrakine ulaşmamızın şart olduğuna hep birlikte ulaşabilmek dileğiyle konuyu değerlendirmelerinize sunuyorum.

Alpaslan Kuzucan

Hiç yorum yok:

GECE VE RUHLAR

Gecenin sessizliğinde ruhların sesi duyulur ve sadece saf olan ruhlar bu sesleri duyar. Gece, ruhlar birleşip bir ve bütün olduğunda daha da...